Bir portre neyin ifade etmelidir? Bir suratin sureti mi yalnizca, yoksa kisiyi taninir kilan hatlarin resme tercüme edilmesi mi?
O portreyi yüzünde tasiyan her kimse, çokluk farkinda bile olmadan, kalitimsal olani yaslandirmakla (zaman) birlikte, edinilmis olanlari (mekan) da yüz hatlarina sindirmekle mesguldür. Kimi zaman yapay, kimi zaman ise istem disi bir dogallikta gelisen bu durumlarin karisiminin sonucudur portre. Bu anlamda, yasadigimiz zamanin yüzümüze taktigi bir maskedir. Portremizi olusturus ve onu kullanis biçimimiz, aidiyetimizin birebir yansimasidir. Saç kesimimizden tasidigimiz biyiga, makyajimizdan kirisikliklarimiza, dövmelerimizden bakis biçimimize kadar her sey kimligimize ait bütün bilgilerin göstergelerini tasir. Dogal olarak, her gösterge gibi, yaniltici bilgiler de içerebilir. Tasimak istemedigi bilgileri ifade etmek zorunda kalabilir. Ugradigi bu dönüsümden, ancak bir ressamin elinde yeniden dönüsüme ugrayarak kurtulabilir. Ne var ki, dönüstügü son durum da baslangiçtaki halinden oldukça uzakta olabilir. Olmussa ressam görevini basarmistir. Zaten o noktada gördügümüz de, artik kisinin yüz hatlarinin belgelendigi, suratin suretlendirilmesi degil, toplumsal bir manzaranin resmidir.
Dili olusturan kavramlarin bellegimizdeki imgesel karsiliklari, herkes için farkli mekan ve zamanlarda olustugu için, son derece kisiseldir. Bir ressam için ise, resmin vazgeçilmez unsurlarindan biri olan beden dili (gesture), genetik olarak kendisine aktarilanla, zaman ve mekana bagli olarak kendi kontrolü disinda edindikleri hareket kodlarinin toplamidir ve içinde tüm insanligin birikimini tasir. Bu birikim, boya ile fiziksel temasimiz sayesinde enerjiye dönüsüp tuvale kaydedilebilir. Fotograf bir ani dondurur. Oysa resmin beni cezbeden yani, çikis noktasina ressamin bile geri dönemiyor olmasindadir.
Burhan Kum